Türkiye?deki insan hakları ihlalleri ile ilgili şimdiye kadar birçok açıklama yaptık, örnekler-ispatlar sunduk. Anlatmaya çalıştığımız ülkemizdeki faşist rejimin pratiğiydi.
Amacımız da her zaman halklarımızın demokratik meşru mücadelesini anlatmak ve faşist rejimin teşhirini yapmaktır.
Türkiye?deki rejimin AB?ye alınması, bir başka deyişle faşist rejimin AB?ye ithal edilmesi olarak adlandırdığımız olay asıl olarak bizim sorunumuz değildir. Faşist rejimin AB?ye taşınması asıl olarak Avrupalı halkların ve buralardaki kurum ve hükümetlerin sorunudur. Bizim açımızdan önemli olan yanı ise ülkemizdeki faşist rejimin AB?ye taşınması ile faşizmin AB desteğinin meşrulaşarak artması ve bu baskıların halklarımızı daha fazla mağdur etmesi yanıdır. Türkiye rejiminin AB üyeliğine karşı duruşumuz da bu temeldedir. Ancak tüm dünya halklarına olduğu gibi uluslararası dayanışma görevimiz aynı şekilde Avrupa halkları için de geçerlidir. Açık faşist bir rejimin AB?ye taşınması sadece bizim ülkemizdeki faşist rejimin meşrulaşması değildir; aynı zamanda faşist uygulamaların Avrupa ülkeleri açısından da meşrulaşması demektir.
NATO gibi bir saldırganlık kurumuna karşı olduğumuz gibi, Türkiye?nin de NATO?dan çekilmesi Türkiye halklarının çıkarınadır. Aynı şekilde Türkiye?nin AB üyeliğinden sadece tekellerin çıkarı vardır. Üyelik durumunda Türkiye halklarının tüm yeraltı yerüstü zenginlikleri de bu tekellere peşkeş çekileceğinden dolayı ve bir emperyalist kurum olarak ülkemiz yaşamına müdahale edeceği için prensip olarak AB üyeliğine karşıyız.
11 Eylül sonrası AB ülkelerinde gündeme gelmiş olan hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına paralel olarak yeni anti-terör yasalarıyla, AB ordusu gibi militarizasyon temelli politikalar genel olarak bir siyasi gericileşmenin göstergeleridir. Türkiye?nin AB?ye taşınması, faşist rejimin AB bünyesine alınması demektir. Faşist bir rejimi içselleştirebilen bir bünyenin kendisinde de anti-demokratiklik mutlaka vardır.
Ajanda 2010 çerçevesinde tüm Avrupa ülkelerinde sosyal-ekonomik hak kısıtlamaları, yeni yabancılar yasaları, anti-terör yasaları, örgütlenme ve meşru direnme haklarının gaspedilmesi projesi adım adım yürümektedir. Gericileşme noktasında Türkiye rejimiyle hergün birbirine daha çok benzer duruma gelen bir AB?nin faşist rejimi bünyesine almaya çalışması kadar doğal birşey de yoktur zaten.
TÜRKİYE?DEKİ DEVLET TERÖRÜNDE DEĞİŞEN BİRŞEY YOK
Sadece son bir hafta içindeki gelişmeleri bile gözönüne aldığımızda Türkiye?deki devlet terörü gerçeği kendisini göstermektedir:
2 Kasım 2005: Hapishanelerdeki AB destekli tecrit uygulamalarını ve F Tipi denilen tecrit hücrelerini protesto amacıyla tutsak ailelerinin başlattığı dayanışma Ölüm Orucunda Canan ve Zehra Kulaksız isimli iki kızkardeş yaşamlarını yitirmişti. Tutsak aileleri örgütü TAYAD?lılar 2 Kasım günü Canan ve Zehra?nın Rize?deki mezarlarını ziyarete gitmişlerdi. Bu ziyaretten sonra Rize polisi, bölgedeki sivil faşistlerle TAYAD?lılara yönelik bir linç girişimi örgütlemiştir. Linç girişimi sonrası Rize?nin AKP?li belediye başkanı Halil Bakırcı ve yine Rize?li bir AKP milletvekili olan Abdülkadir Kart yaptıkları açıklamada bu linç girişimini üstlenmiş ve hatta daha da ileri giderek, olay sırasında orada olsalardı kendilerinin de linççilere katılaraka vurabileceklerini açıkça beyan etmişlerdir.
Rize?deki devlet organizeli linç girişimi de Türkiye?de ne bir ilkti ne de son olacaktır.
2 Kasım 2005: Yine aynı gün siyasi davalara bakan avukatlara yönelik yeni yasalar çerçevesinde Behiç AŞÇI isimli avukatın avukatlık hakları elinden alınmıştır. Gerekçe olarak da ?Siyasi davalardan hakkında soruşturma açılan avukatlar, kendilerinin suçlandığı türden davalarda savunma yapamaz? içerikli yeni yasaydı.
7 Kasım 2005: 12 Eylül 1980 cuntasının kurumlaşmalarından biri olan YÖK?e karşı öğrenci gençliğin Ankara?da yapacakları bir basın açıklamasına yönelik saldırı yaşandı. Basın açıklaması yapmak herkesin en doğal ve yasal hakkı olmasına rağmen; devletin güvenlik güçleri ?yasadışı? bir şekilde gösteri yapan üçyüz öğrenciye saldırmış, öğrencilerin kırkdokuzunu tutuklamış diğerlerini dayaktan geçirmiştir, onlarcasını yaralamıştır. Sadece üçyüz kişi olan öğrencilere yönelik ilk saldırı biber gazıyla başladı. Günlük basının da tespit ettiği gibi yapılan gazlı saldırı sonucu, gösterinin yapıldığı yerin bir kilometre çapındaki geniş bir alanda bulunan herkes bu gazlı saldırıdan etkilenmiştir. Demokratik protesto haklarını kullananlara yönelik bu saldırı da ne bir ilktir ne de son olacaktır.
9 Kasım 2005: Son onbeş gün içinde Kürt yerleşim merkezlerinde, halkın yoğun bulunduğu yerlerde onbeş bombalama eylemi oldu. Son bombalama eylemi de Hakkari?nin Şemdinli ilçesindeki bir kitabevine yönelikti. Bir kişinin öldüğü onlarcasının yaralandığı saldırı güpegündüz ve aleni bir şekilde yapılmıştı. Çevrede bulunan halk bombalamayı yapan üç kişiyi arabalarına binip kaçarken yakaladılar ve polis güçlerine teslim ettiler.
Polise teslim edilen bombacıların Silahlı Kuvvetlere bağlı çalışan JİT (Jandarma İstihbarat Teşkilatı) üyesiydiler. Arabalarında el bombalararı, otomatik silahlar, bombalanan kitabevinin de içinde olduğu bir kısım kurum ve kişilerin isim listesi (Ki bu listede bombalanmış veya infaz edilmişlerin üzerine kırmızı bir çarpı işareti konulmuş)?nin bulunduğu bir dosya, listedeki adreslerle ilgili krokiler vs yakalanmıştır.
Görgü şahitlerinin varlığına ve elegeçen belgelere rağmen bu üç istihbaratçısı aynı gün serbest bırakılmıştır. Bunun üzerine sokaklara dökülen ve cangüvenliği sorunu olan halka yönelik olarak sadece panzerler sürülmüş, biber gazı ve kurşunlar sıkılmıştır. Bu saldırılar sırasında da iki kişi yaşamını yitirmiştir.
Üç bombacı subay halk tarafından polise teslim edilir edilmez hemen eski İçişleri Bakanı Ağar?ı arayarak yardım istiyor ve bu üç bombacı terörist birkaç saat içinde serbest bırakılıyor. Polislikten gelen Mehmet Ağar?ın ismi 3 Kasım 1996 yılında Susurluk Skandalı diye bilinen ve aynı araba içinde bir milletvekili, bir polis şefi ve bir firari faşist mafyacının çıkması olayında da çıkmıştı. MHP?li faşistlerin ve aranır durumdaki mafyacılarla ilişkiler konusunda Ağar o dönem ?devlet için gizli bin operasyon? yönettiğini itiraf etmişti. Firari faşist mafyacı Türkiye?de birçok kitle katliamında yeralmış biridir, ayrıca Fransa ve İtalya?da da eroin kaçakçılığından mahkumiyetleri olan biridir. Devlet-Mafya-Polis işbirliğini gösteren bu olay da bir tekil durum değildi. Ağar?ın Susurluk?tan Şemdinliye uzanan hikayesi içindeki resim Türkiye faşist rejiminin resmidir diyebiliriz. Nitekim Şemdinli de bir ilk olmadığı gibi bir son da olmayacaktır. Çünkü bunu yapan ve örgütleyen devletin kendisidir.
İşte AB böylesi bir devlet terörü uygulayan faşist bir rejimle bütünleşme süreci yaşamaktadır.
Yeniden tekrarlıyoruz: faşist rejimin AB üyeliği, AB ülkelerinin faşist rejimi desteklemesinden başka bir anlam taşımaz.
Tüm Avrupa halklarını hükümetlerinin faşist rejime desteklerini çekmeleri için baskı yapmaya çağırmayı bir görev biliyoruz.
AB DESTEKLİ TECRİT HAPİSHANELERİNE HAYIR
YAŞASIN DEMOKRATİK İFADE VE ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ
KAHROLSUN İŞKENCECİ-KATLİAMCI FAŞİST ZİHNİYET VE DEVLET TERÖRÜ
11 Kasım 2005
DHKC Enternasyonal